İşbirliği kavramı ile ne anladığımızı bir düşünelim? Paylaşım, etkileşim, destek, gelişim, ilerleme, büyüme, olgunlaşma v.s… İçeriği genişletebiliriz. Peki hayatımızda hangi kavramlarla işbirliği içindeyiz? Tanrıyla, anne karnından başlayarak annemiz ile ve daha sonra ailemizdeki diğer fertlerle, çocuklarımızla, akraba ve arkadaşlıklarımızla, işimizle ve iş arkadaşlıklarımızla, sevgilimiz, eşimiz, hayat, doğa, evrenle v.s. Bu işbirlikleri içinde her birimizin belli rolleri ve görevleri var. Hangisiyle ilişkimizde iyiyiz hangisinde kötüyüz ya da tam olarak dengeli bir ruh ve zihinle kendimizi ifade edebiliyoruz?
Verme ve alma arasındaki, evet deme ve hayır deme arasındaki, düşüncelerin değeri ve duyguların değeri arasındaki, kendi ihtiyaçları ile başkalarının ihtiyaçları arasındaki denge kavramı. Sanki içimizde iki kayıkta yan yana oturan iki kişi var gibi. Bu kişilerden biri zengin, diğeri yoksul; biri çocuksu diğeri olgun; biri merhametli diğeri acımasız v.b. Özellikle işbirliği konusunda dış dengeyi sağlamak için, önce iç çelişkilerin, çatışmaların ve uyumsuzlukların çözülmeleri gerekiyor.
Tüm bu zıtlıklara ve çatışmalara rağmen içsel bütünlüğümüze kavuşmalı ve dengeli bir şekilde kendi yolumuzu çizmeliyiz. Sorumluluğu kendimize alıp suçu başka şeylere yüklemeden bu yolda ilerleyerek hayatın içindeki her bir unsurla ilişkimiz bizi büyütebilir; geliştirir ve olgunlaştırır. Belki yaşadığımız bazı zor anlarda ya da deneyimlerimiz sonucunda yalnızlığı tercih ediyor gibi görünürüz. Zamanında aşırı sorumluluk alıp, aşırı fedakâr davrandığımız için şimdi kırgın, incinmiş, her şeyle aramıza bir set çekmiş olabiliriz. Belki de sadece bir yanımız çocuk olarak kalmak istedi; saklambaç oynamaya devam etti, kalbinin ücra köşelerinde. Ancak artık saklanacak yer de kalmamışsa yaşamak için daha ne kadar vaktimiz olduğunu biliyor muyuz?
Uzun bir süredir ilişki sorunları yaşayan danışanım Cüneyt’ le her karşılaşmamızda, kendisiyle onun bu sorunu üzerine çalışıyorduk. Ne istediği konusunda sürekli bir kararsızlık yaşıyor; uzun soluklu bir ilişki kuramıyordu. Gerçek hayatta dindar ve dini gereklerini yerine getiren biriydi ancak içinde başka bir kişilik daha vardı. O kişi ise aslında ciddi bir beraberliği reddeden, bağlanmayı ve sorumluluk almayı istemeyen biriydi. Yani içte ve dışta iki farklı karakterin çatışmasını yaşıyor; ya başlayan ilişkisini sürdüremiyor (çünkü karşı taraf sorumluluk almasını bekliyor) ya da sert bir kayaya çarpıp aşk acısı çekiyordu. Her iki durum da onu bir türlü mutlu etmiyordu. Cüneyt, çalışmalarımız sonunda yaşadığı farkındalıkla şuan mevcut ilişkisini sürdürmek yolunda kararlar alıp, uyguluyor. İçindeki farklı yanları kabullenerek sorumluluk alıyor.
Her zaman olduğu gibi zıtlıklar birbirini dengeliyor… Doktor olan genç danışanım Suzan ise her zaman kendi gibi nitelikli bir insan aradığını söylüyordu. Her kimle beraber olsa -ki her biri de yeterince nitelikli (!) olsalar da, yine de ilişkileri uzun sürmüyordu. Bir yanı sürekli sevgi ihtiyacı içinde olan ve koşulsuz bir sevgi ile başının okşanmasını bekleyen, kendini tabiri caizse asi bir at gibi hisseden Suzan’ la ilk çalışmamızda şimdiki hayat çalışması ile çocukluk travmaları üzerine çalıştık. Babası çok iyi bir öğretmendi ve tüm ilgisiyle sevgisini öğrencilerine veriyordu. Pasif olduğunu düşündüğü annesine ise hem acıyor hem de kızıyordu. Evlerinde her biri ayrı odalarda yaşayan farklı kutuplar oluşmuştu ve yıllardır yaşanan bu soğukluk onun kalbini de soğutmuştu. İlk çalışmamızdan sonra ailesiyle ilişkilerinde rahatlayan ve kendini ifade etmeyi başaran Suzan’ ın karşısına belki bu zamana kadar düşünemediği farklılıkta bir insan çıktı. Kendi ruhu beyaz, asi bir atı temsil ediyordu belki ama onun rengini ortaya çıkaracak farklı bir ruha ihtiyacı vardı. Sevgili Suzan, kalbindeki sevgiyi fark ederek ve bunu önce kendine göstermeyi, sonra da dengeli bir şekilde paylaşmayı kabul ederek yoluna devam ediyor.
Yine bir danışanımla yaptığımız regresyon seansının size bu konuda iyi bir örnek olacağını düşünüyorum. 30’ lu yaşlarındaki danışanım Ahu, ilk çalışmamızda hayat enerjisinin çok düşük olduğundan ve özel ilişkilerindeki çıkmazlardan yakınıyordu. Yaşadığı kısır döngüler içinden çıkılmaz bir hal aldığında kendi tabiriyle bu dipsiz kuyudan nasıl çıkacağını ve nasıl kendine yeten bir insan olabileceğini merak ediyordu.
İlk çalışmamızda ana karnından itibaren yaptığımız keşifle doğum anında anne karnında, yaşadığı bir panikle ters bir şekilde şimdiki hayatına doğduğunu anladı ve hayat enerjisini ona yeniden yükledik. İkinci çalışmamızda ise yetersizlik duygusunun kaynağını anlamak üzere yaptığımız geçmiş yaşam regresyon seansında hatırladığı ilk yaşamında; üç yaşında ailesi tarafından terk edilmiş, daha sonra komşuları tarafından büyütülmüş, kendini bomboş ve kimsesiz, hayatta hiçbir amacı olmayan bir kız çocuğu olarak gördü. Kimseye değer vermiyor, beklentisiz ve kendini diğer insanlardan çok güçlü görerek, hiçbir şeyi olmasa da kendine çok güvenerek, hayatı sorgulamadan yaşıyordu. Ancak o hayatı terk ederken çok mutsuzdu ağlıyordu, hiçbir şeye değer vermediği için bomboş yaşamıştı. Belli ki annesi tarafından terk edilmek ona değersizlik inancı yüklemişti. Böyle bir hayatı yaşamak zorunda kalmak yüksek bir iradenin cezalandırması olmalıydı. Bu yüzden topluma uymamış; kendini onlardan farklı görüp, insanlardan uzak durmuştu. Ne bir ailesi ne bir sevgilisi ne işi ne de arkadaşları olmuştu. Acaba kaderin kurbanı mıydı yoksa öğretici bir planın parçası mıydı tüm yaşamı? Kimseyle uğraşmak istememesinin altında, insanlar olursa sorun çıkar düşüncesi yatıyordu. Çünkü ondan önce yaşadığı bir başka hayatta aşırı sorumluluk alan biriydi. Tüm ailesinin sorumluluğunu yüklenmek zorunda kalmış, kendini ailesine adamış hatta annesine bile annelik etmek onu çok yormuştu. Genç yaşta da kendi hayatının sorumluluğunu alamadan ölmüştü.
Danışanım yine çok mutsuzdu; ağlıyordu çünkü; gittiği iki yaşamda da sorumluluk almak konusunda dengeyi sağlayamamıştı. İyi ve kötünün anlamını ise farklılaştırmıştı. Sorumluluk almak, hayatı ve sevgiyi diğer insanlarla paylaşmak iyi olandı; kendini herkesten faklı görmekse aslında kendine olan olumsuz inançlarını saklamak için gösterdiği sonuçsuz bir çabadan başka bir şey değildi ve işte bu kötü olandı. Sinsice hayat enerjisini emen bu durum’ un farkına vararak aslında çeşitli arayışlara girmeden kendi hayatıyla ve yaşamıyla da mutlu olabileceğini, şimdiki hayatında kendisini destekleyen bir ailesi, arkadaşları ve işi olduğunu fark etti. Aslında hayatını kendi iradesiyle kurmuş, değiştirmiş ve güzelleştirmişti. Henüz 18 yaşında köyden kente memur olarak gelmiş, kendini geliştirmişti. Özgür yaşıyor, maddi durumu yüzünden zamanında kendisini okutamayan ailesine destek olabiliyordu. Ve Ahu seansın sonunda kendi kendine gülerek şunu söylüyordu: “Biraz abartmışım…”
Sevgilerimle… Sema Dikyol Selvi