“Gözler yalnızca görmez aynı zamanda dinler de. Bakış aynı zamanda dokunmaktır da. Ya kokular, onlar da aynı zamanda görülebilirler. Bütün mesele görmeyi yeniden öğrenmektir. Ve bütün mesele (görmeye alıştığını) unutmaktır.” Maurice Merleau-Ponty
Aitlik yetmez; sahiplik önemlidir. Bir konuya, bir yere, bir işe veya hayatındaki insanlara ne kadar sahip çıkıyorsun? Ait olmak kendi başına yeterli bir kavram değil. Sahiplenmek, sevginin daha ileri bir boyutu, emek vermekle ilgili. Emek verip çaba göstermek istemekle ilgili. Uzun vadeli öngörülerde bulunarak elini taşın altına koyabilmek, karşına çıkan engelleri aşabilmek cesareti ile ilgili.
İrrasyonaliteyi rasyonellikle bağlama durumu. İşin özü budur. Yoksa çok önemli bir konu olan aidiyet anlamını yitirmektedir. Aidiyetin anlam bulması sahiplenmekle ilgilidir. Ve yaşamına devam etmesi de buna bağlıdır. Yaptığınız iş size ve topluma ne kadar fayda sağlıyor. İçinde bulunduğunuz oluşumların fayda zarar hesabını yaptığınızda bu sizi tatmin edebiliyor mu? O zaman yolunuza gönül rahatlığı ile devam edebilirsiniz. Bir konuda zorlansanız da bu sizi ileriye taşıyabilecek mi? Bu size bağlıdır ve bu karar size aittir. Yaratıcı bir şekle dönüştürüyorsa gerçekten faydalıdır. Devam edin.
Çoğu regresyon seanslarında karşılaştığım bir konu: “Kendimi ait hissetmiyorum” dur. Ve bu işi yapanlarca çok önemsenir, karşılığı aranmaya, kişiyi şimdiki anda tutmaya yetecek güç ona vermeye çalışılır. İçinde sevgiyi ve saygıyı barındırır bu kavram. İlişkilerde başarısız olan insanların ortak konusu belki de budur. Biten ilişkilerin sonu gelmez. Adına sorumluluk almak deriz ancak ben buna artık “sahiplenmek” diyorum.
Gerçekten çoğu ilişkiler üzerine sorun yaşayan insanların regresyona gelirken içinde bulundukları çıkmazları çok iyi anlayabiliyorum. Bu konuda sorun yaşayanların faydalanabileceği bir yaklaşımdır bu. Kaçarak değil, farkında olarak aşmak gerekir. Bu da çabayı, sorumluluğu ve sahiplenmeyi gerektirir. Bakış açınızı zenginleştirir. Size yeni hayatlar, ufuklar ve kapılar açar.
Pozitif bakış açısı da çok önemlidir. Yıkmak değil, yaratmak gerekir. Bu bence hayatın felsefesidir. Çünkü hayat sürekli kendi içinde, yaratarak, evrilir. Bu üretkenliği beraberinde getirir. Kendinize ve hayatınıza bakış açınız olumsuzsa, ait hissetmeniz mümkün değildir. Saçı başı, evi, ortamı dağınık, hastalık hastası biri olarak gezer durursunuz. Mutlu değilsinizdir, ya sürekli bedensel ağrılarınız vardır ya bitmek tükenmek bilmeyen işleriniz, sizi bekleyen onlarca iş ya da sürekli hayatla, kendinizle kavga halindesinizdir. Bu boş bir çabadır, artık yeniye geçiş vakti gelmiştir.
Farklı bakış açılarını deneyimlemek eşi olmayan bir zenginliktir. İçine düştüğünüz kuyudan sizi ancak bu kurtaracak, çıkaracaktır. Temas etmek, dokunmak, hem kendinize hem başkalarına değer vermek gerekir. “Ben değerliyim” ve geçmişte ne yaşamış olursam olayım bunu telafi edebilirim. Her ne olursa olsun “değerliyim” ve “kendimi seviyorum” la başlar her şey. Kendinizi ve diğer insanları sevmek, affetmek ve olanı olduğu gibi kabul etmek mümkündür.
Ancak bitmek tükenmek bilmeyen arayışların, mutsuzluk çukurunun da bir sonu vardır. Bunun kaynağı insanın sürekli olarak “bilmek isteyişi” dir. Geçmişin kaygısı ve geleceğin bilinmezliği insanı sürekli mutsuz eder ve içindeki mutsuzluğu bitirecek sürekli bir arayış halindedir. Kimi bir ilişkiden ötekine, kimi alkole ya da başka bir bağımlı davranışa itilir. Bunun sonu; “bilinmezin, belirsiz olanın kabulü” ile gelir. Belirsizliğin kabul edilmesi gereklidir. Günümüzde artık yeni yaklaşım budur. Bilinmezin karanlığında, kendi ışığıyla yol alan insan arayışını bitirir ve huzuru yakalayabilir.
Sema Dikyol Selvi – Regresyon Danışmanı
Not: Yazının içeriği izin alınmadan kopyalanamaz ve kullanılamaz.