Bağımlılık konusu çok katmanlı ve sık rastlanan bir durum. Madde (içki, sigara, uyuşturucu) bağımlılığı, kişi bağımlılığı, yeme bağımlılığı, haz bağımlılığı, başarı bağımlılığı, kumar bağımlılığı bunlardan bazıları.
Bağımlılık temasının kökeni ya aşırı korumacı ya da yeterince korumayan ebeveynlere dayanır. Aşırı korumacı ebeveynler çocuklarını bağımlı kılarken; yeterince korumacı olmayan ebeveynler ise, çocuklarına bakmada yetersiz kalabilir. Bu yüzden çok küçük yaşlardan itibaren çocuklar dünyada tek başına ve kendi yaşlarının çok ilerisinde işlevsel olmalıdır.
Bu aşırı uçlarda dolanma, bağımlılık duygusunun yanında terk edilme korkusu, yalnızlık, suçluluk hissi, mükemmeliyetçilik, sosyal fobi, özgüven ve özdeğer eksikliği yaratarak özgür iradenin ve kendini ifade etmenin önüne geçebilir.
Yakın zamanda yaptığım bir regresyon çalışmasında, 35 yaşında ev hanımı danışanım Ceren’ in on yıldır sedef hastalığı vardı. Babası ölmüştü ve eve bakma sorumluluğunu o üstlenmişti. Daha önceleri başarılı bir iş hayatı olmasına rağmen, çoğu kez ellerindeki sedefleri nedeniyle işe alınmıyordu. Güçlü olmayı seven ancak çok hassas ve ince düşünen biriydi. Vicdanlı ve duygusal biri olduğunu söylüyordu. Annesi gibi duygusal inişleri ve çıkışları vardı. Problemleri olan kardeşi nedeniyle ailesiyle bazı sıkıntıları olmuştu. “Ağabeyimin dertleriyle çok uğraştık, maddi manevi çok zararı oldu bana ama ne kadar zarar verse de aile bağlarına önem veriyorum.” diyordu. İlk sevgilisi tarafından terk edilince kendi tabiriyle bir yıkım ve uzun süren bir yas dönemine girmişti. Bu dönemde bir ayda 10 kilo vermiş ve sedefleri oluşmaya başlamıştı. Babasının ölümü de eklenince sedef hastalığı ile yaşamak durumunda kalmıştı.
Sedef hastalığının psikolojik nedenlerine bakınca ince ve hassas düşünceli kişilerde daha fazla görüldüğü anlaşılıyor. Biz de Ceren’ le yaptığımız regresyon çalışması ile bu aşırı duygusallığının ve çöküşün kaynağına indik ve çözümledik.
Terk edilme, yalnız kalma ve kaybetme korkusu üzerine yaptığımız seansımızda hatırladığı geçmiş yaşamında, babasız büyümüş bir kız çocuğuydu ve kendi çocuğundan bir türlü kopamıyor onu bırakamıyordu. Kendi gücünü hatırlaması o hayatın ana prensibiydi. Kendi iç sesine o kadar sağır olmuştu ki her hevesi yarım kalmış, özgür olamamıştı. Seansın sonunda ise herkese iyilik yapmak zorunda olmadığını, bir şeyi yapmak istemiyorsa yapmayabileceğini, herkesi alttan almak zorunda olmadığını kavradı. Şimdiki hayatında ailesine olan yaklaşımı ise bağlılık değil bağımlılık halini almıştı. Seansın sonunda kendi gerçeği ile yüzleştiği için mutluydu, rahatlamıştı. Kendine ve ilahi olana bağlanmak esas olandı…
Danışanım Zeynep ise 30 yaşında, bekâr bir Gazeteci. İlk çalışmamıza “reddedilme korkusu” ile kimseden bir şey isteyemediğini, hayata daha pozitif bakmak istediği için ve mesleğinde ilerlemek istediği için gelmişti. Babasının alkol problemi vardı ve abisinin rahatsızlığından dolayı annesi hep onunla ilgilenmişti. Hatta Zeynep henüz annesinin karnında bile istenmediğini hissetmişti çünkü ailesinin maddi durumu ona bakacak kadar iyi değildi. Annesinin ona bakamayacağını düşünmesiyle kendi tabiriyle anne karnından istenmeyen bir bebekti o. Hem manevi anlamda hem de maddi anlamda tüm desteği hasta olan abisi aldığı için erken yaşta ailesinden ayrılmış ve meslek edinmişti. Yoksun kaldığı aile desteğini ise kendinden yaşça büyük ve evli birinde bulmuştu. “O bana Allah’ ın bir lütfu gibiydi” diyor, danışanım. Ancak zamanla ona karşı bağımlı hale gelmiş, ne mesleğinde ne de özel hayatında çıkar bir yol bulamaz olmuştu. Çalışma yapmayı çok istemesine rağmen bir yanı hep onu durduruyordu. Ya işi çıkıyor ya da başka bahanelerle çalışmadan kaçıyordu sanki.
Nihayet seans için bir araya geldiğimizde şimdiki yaşamından hatırladığı ilk anısında; “Yemek masasında tabaklarda et var ancak benim tabağımda ağabeyimden her zaman daha az et var. Sinemaya gitmek için bile babamdan para isteyemiyorum. Çünkü beni reddedecek biliyorum” diyor ve ağlıyordu. Çocukken yaşadıkları Zeynep’ i bugün de hala etkiliyordu. İfade edilen duyguların ve sözlerin ardından annesi ona; “Sen kendine yetebilirdin.” dedi ve ekledi: “Seni seviyorum; hem de çok.” Rehberi ise; “Ne verdiysen onu alacaksın; Hayatı sevdikçe hayatta seni sever” mesajını verdi. Çalışmamızdan sonra Zeynep mesleği ile ilgili hedeflerini hızla gerçekleştirdi. Şimdi, kendine daha fazla güvenerek ve ailesiyle daha fazla iletişim kurarak hayatına devam ediyor.
Bağımlılıklar özgür irademizin önüne geçerek “içsel bir esaret” içinde yaşayarak kendi gücümüzü görmemizi engeller. Bu durumu aşmak ise öncelikle irade ve disiplin gerektirir. Regresyon çalışması ile amacımız bağımlı olunan durum olmadan da yaşayabilmeyi sağlamak. Ben de kendi bağımlılıklarımdan özgürleştikçe kendimi ve hayatı daha fazla sevmeye başladım. Hayatın renklerinden mahrum kalmak istemiyorsak bağımlılık sorunumuza sahip çıkarak sorumluluk almamız gerekir.
Sevgilerimle…
Sema Dikyol Selvi